Emet eski Tarihi
İlçenin
yerleşim tarihinin, Kalkolitik dönem sonrasında, ilk Tunç Çağına kadar
uzandığı, tesadüfen bulunan yüzey kalıntılarından anlaşılmaktadır. Önceden
ilçemize bağlı olup da daha sonra Hisarcık'a bağlanan Beyköy'de ele geçen
buluntulardan da, yörenin Hititler ile ilgisi olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca
civarda bol miktarda Roma dönemi kalıntısı da vardır.
Hititlerin Anadolu’ya gelip, Orta Anadolu’da devletlerini kurdukları dönemde,
Emet ve yöresinin, başkentleri İlios (Troia) olan Wilusa Krallığına ait
olduğu sanılmakla birlikte, bu döneme ait bir yerleşim buluntusu yoktur.
Antik Anadolu coğrafyası araştırmaları için en önemli kaynak olan Amasyalı
Coğrafyacı Strabon’un çok önemli çalışması “GEOGRAPHİKA”nın 12, 13 ve 14.
kitapları Anadolu’ya aittir. Bu kaynakta Strabon, döneminde Anadolu’da yaşayan
17 kavmi tek tek saymış, bunlardan Frigya ve Lydia gibi ülkelerden ve
yaşadıkları bölgelerden örnekler vermiş, Aizanoi (Çavdarhisar) ve Kotiaeion
(Kütahya)’dan bahsetmiş ancak Emet’ten (antik dönemdeki ismiyle Tiberiopolis’ten)
bahsetmemiştir.
Hititler Dönemi
Anadolu'ya yerleşen ve
ilk medeniyeti kuranların, şu zamana kadarki bilgiler ışığında, Hititler olduğu
kabul edilir. Hititler aynı zamanda Anadolu’nun ilk merkezi gücüdür. M.Ö. 1650
yılında kurulmuş ve M.Ö. 13. asırda en görkemli dönemlerini yaşamışlardır. Bu
dönemde çevredeki pek çok ülkeyi kendilerine tabi kılmışlardır. Kendilerine
“Neşalı” diyen Hititler, Orta Anadolu’da kurdukları devletlerini bir dünya
imparatorluğu yapmışlardır. Merkezleri Yozgat yakınlarındaki Boğazköy'dür.
Burasının eski adı ise Hattuşa'dır. Kurdukları devlete de, tarihte "Hatti
İmparatorluğu" denilmiştir.
Hititlerin Anadolu’ya M.Ö. 2. bin yılbaşlarında göç ettikleri sanılmaktadır.
Anadolu’da bu dönemde, Assurlular ile ticaret yapan yerel beyliklerin olduğu
sanılmaktadır. 2. bin yılın başlarında, Kuşşara Kralı Pithana ve oğlu Anitta,
diğer yerel kralları egemenlikleri altına almaya başlamış ve Anitta tarafından,
Anadolu’da ilk siyasi birlik kurulmuştur. Daha sonra başkent Hattuşa’ya taşınarak
devletin merkezi yapılmıştır. II. Muvattalli zamanında ülke resmen olmasa da
fiilen Yukarı Ülke ve Aşağı Ülke olarak ikiye ayrılmıştır.
Kütahya ve dolayısıyla Emet'in olduğu havali de Hititlerin hâkimiyeti altında
kalmıştır denilebilir. Fakat Hititlerin hâkimiyeti zaman zaman zayıflamış, etki
alanları ve sınırları değişikliğe uğramıştır. Bu nedenle, Hititlerin çağdaşı
olan yerel küçük krallıklardan Assuwa, Arzawa, Seha, Mira, Haballa ve Masa
Krallıklarının tam sınır ortasında kalan Emet’in o dönemi hakkında tam bir
yargıya varmak mümkün değildir.
Yetersiz araştırmalar sebebiyle, ilçe merkezinde bu döneme ait eserlere
rastlanılmamıştır. Emet'in, Hititler döneminde yerleşim bölgesi olduğuna dair
veriler de bulunamamıştır. Fakat önceden Emet'e bağlı olan Hisarcık-Beyköy'de
ve Günlüce Beldemizde Hititlere ait birtakım eserlere rastlandığından dolayı,
sıcak su kaynaklarının bol olarak bulunduğu Emet'in, bir Hitit yerleşim yeri
olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Frigya Dönemi
Kütahya bölgesi,
günümüzden 2500 yıl önce, Friglerin yurdu olmuştur. Hatta İl merkezi Kütahya,
onlar tarafından "KOTIUM" adıyla kurulmuştur.
Yunanca ile bağlantılı bir Hint-Avrupa dili olan Frigce’yi konuşan ve kökenleri
halen tam olarak bilinemeyen bu halkın MÖ. 2. bin yılın sonlarında, Hitit
İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra Ege Denizi’nin kuzeyinden, Trakya
çevresinden Anadolu’ya göçtükleri öne sürülmektedir. Bu halk, MÖ 1000–900
yıllarında Gordion’da ( Porsuk ve Sakarya nehirlerinin kesiştiği yerde) ilk
Frig yerleşimini kurmuşlardır. Gordion’un MÖ 850–800 yılları arasında başkent
konumuna geldiği sanılmaktadır. Midas döneminde ise (MÖ 718–709) bütün Orta ve
Güneydoğu Anadolu’ya egemen, güçlü bir krallık düzeyine ulaşmışlardır. M.Ö. 6.
Asırda Persler tarafından mağlup edilip tarihten silinmişlerdir.
Emet bölgesi de o dönemde Frigya'nın bir parçasıdır. Ancak Frigyalılar
zamanında, Emet'te bir yerleşim olduğu yönünde kesin bilgi yoktur. Buna rağmen,
ilçenin bazı bölgelerinde, bu döneme ait buluntulara rastlanmıştır. Emet'in de,
Frigyalılar tarafından TIBERIOPOLIS adıyla kurulduğu iddia edilmektedir.
Lydıalılar Dönemi
Anadolu'ya Friglerden
sonra Lidyalılar hâkim oldu. Daha önce Friglere tabi olarak yaşayan Lidyalılar,
Friglerin Perslere yenilmesini fırsat bilerek bağımsızlıklarını ilan ettiler.
M.Ö. 7. Asırda , Kral Giges ve M.Ö. 6. Asırda Kral Aliattes ve Kral Kroissos (
Doğu toplumlarında Karun diye anılmaktadır.) dönemlerinde, Lidya, en parlak
dönemini yaşadı.
Başkenti Sardeis (Salihli) olan Lydia ülkesi, Helenistik dönemde de stratejik
önemini kaybetmedi. Ama M.Ö. 280 yılında Seleukos ülkesine katıldılar. Böylece
Lydia ülkesinin hayatı da sona erdi.
Bodrum’lu tarihçi Herodot, ilk olarak altın ve gümüş sikke basan, kullanan ve
bunlarla ticarete girişen kavmin Lydler olduğunu belirtmektedir. Kısa süre
sonra sikke basımı, önce Lydia Krallığı’nın egemenlik sahası içinde bulunan
İonia kent devletlerinde ve giderek Anadolu’nun batısında yayılmıştır.
Maalesef, yöremizin Lidyalılar zamanındaki sosyal ve kültürel durumu hakkında
hiçbir araştırma çalışması bulunmamaktadır. Bu arada Kütahya-Çavdarhisar yolu
üzerinde bulunan Akalan Tümülüsünde, muhtemelen bir cenaze arabasından
sökülerek bırakılmış tekerlekler bulunmuştur. Bu mezarın Pers egemenliği
altındaki döneme ait bir Lydia eseri olduğu bilinmektedir.
Pers Dönemi
Persler, geniş
topraklarının idaresi için Anadolu'da dört Satraplık (Eyalet Valiliği)
kurdular. Bu dönem zarfında Tiberiopolis'in siyasi ve idari konumu hakkında
etraflıca bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, M.Ö. 336 yılında ve 20 yaşında
iken, babası II. Filippos'un yerine geçerek, Anadolu içlerine ilerleyen Büyük
İskender, Pers Kralı III. Darios ile Biga yakınlarında savaştı ve onu yendi.
Böylece Pers dönemi son buldu.
Makedonya Dönemi
M.Ö. 333 yılında,
Büyük İskender ve ordusunun, Çanakkale Boğazı'ndan geçerek Anadolu'nun içlerine
ilerlemesi ile, Perslerin yöredeki 213 yıl devam eden egemenliği de sona erdi.
Böylece İskender'in Büyük Makedonya Krallığı Anadolu'ya ve dolayısıyla Kütahya
civarına da hâkim oldu. Bundan sonra 10 yıl gibi kısa bir sürede, Hindistan'a
kadar olan geniş toprakları ele geçiren İskender, büyük eyaletlere birer vali
tayin ediyordu. Fakat M.Ö. 323 yılında, henüz 33 yaşında iken, Babil'de öldü.
Ölürken de, "İmparatorluğu kime bırakıyorsun ?" sorusuna, "En layık
olana !" cevabını vermiştir.
Büyük İskender'in ölümü ile Anadolu'daki Makedonya hâkimiyeti de sona erdi.
Bundan sonra İskender'in generalleri arasında krallık mücadelesi başladı.
Oldukça kısa süren Makedon hâkimiyeti altında, Emet'in durumu hakkında fazla
bilgi bulunmamaktadır.
Seleukos Dönemi
İskender'in
generallerinin hepsi, kendilerini imparatorluğa lâyık görüyorlardı. Bu yüzden
yaptıkları savaşlar sonunda, Mezopotamya, Suriye ve Doğu Anadolu Seleukos'a,
Yunanistan ve Makedonya Kasandros'a, Güney ve Batı Anadolu ise Lysimakhos'a
kaldı. Ancak diğer generallerden Antigonos, tüm imparatorluğa hakim olma
arzusuna kapılınca, üç general, Mısır Kralı Polemaios ile birleşip Antigonos'u
yendiler. M.Ö. 315-301 yılları arasında süren savaşlar sonunda, bölgemiz
Lysimakhos'a kaldı.
Lysimakhos, Trakya'dan Toroslara kadar olan bölgeyi hakimiyeti altına alınca
müttefik arayışları içinde Pers Kralının ve Mısır Kralı'nın kızları ile
evlilikler yaptı. M.Ö. 284 yılında, iyice bunamış olan Lysimakhos, bir takım
tahriklere kapılıp, oğlu Agathokles'i öldürtünce, halk ve ordu isyan etti. Ölen
oğlunun eşi ve çocukları, Suriye Kralı Seleukos'a sığındı. Bunun üzerine
Kurupedion Savaşında Lysimahkos öldü.
Seleukos'un Batı Anadolu'nun idaresini verdiği Philetairos, Seleukos adına para
bastırdı ve O' nun hakimiyetini tanıdı. Seleukus'un oğlu Antiokhos'a da aynı
şekilde bağlılık ve saygı gösterdi. Ancak Antiokhos başka sınırlarda düşman
saldırıları ile uğraşırken kendi adına para bastırdı ve güvenliğini artırma
çalışmalarına girişti. Böylece Bergama Krallığının temelleri atılmış oldu.
Büyük İskender sonrasında oluşan bu geçiş döneminde Tiberiopolis'in konumu
kesin bilgilerle tanımlanamamıştır.
Pergamon Dönemi
Ege Denizi’nden
yaklaşık 26 km uzaklıkta, Kaikos (Bakırçay) Irmağı Vadisi’nin kuzey kıyısına
hâkim, üzerinde Bergama Kalesi’nin yer aldığı büyük bir kaya kitlesi yükselir.
Bu kale, güney tarafı dışında tırmanılmaz niteliktedir. Güney yönde, kademeli
bir şekilde aşağıdaki düzlüğe inen kayalık teraslar üzerinde ise kent
gelişmiştir. Burada, İÖ 3. ve 2. asırlarda bir dizi yetenekli kral Batı
Anadolu’nun büyük güçlerinden biri haline gelen bir krallık kurmuşlardır. Bu
krallık Bergama (Pergamon) Krallığıdır.
Son krallardan III. Attalos, devlet idaresini Meclis' e bırakarak ziraat ile
uğraşmayı tercih etti. Annesi Statonike ve karısı Berenike’nin ard arda ölümü
ile iyice yıkılan III. Attalos, 5 senelik kısa bir saltanat devresi sonunda,
M.Ö. 133 yılında güneş çarpmasından öldü. Ölmeden önceki bozulmuş ruh hali ile
" Roma ailesi memleketin müşterek sahibidir" şeklindeki vasiyeti ile,
Bergama Krallığı, Roma İmparatorluğu'na katılmış oluyordu.
130 yıllık Bergama Krallığı döneminde de Tiberiopolis' in konumu ve idari yapı
içindeki yeri, sosyal durumu açık değildir.
Roma Dönemi
III. Attalos’un ölümü
ile Bergama Krallığı ve dolayısıyla yöremiz, Roma İmparatorluğu'nun bir eyaleti
haline geldi. M.Ö. 62 yılında, Sezar’ın damadı Pompeus, Kütahya ve yöresini
Roma topraklarına kattı. Bu topraklar, "Provincia Asia" , yani "Asya
Eyaleti" adı altında Roma'ya tabi hale getirildi. M.Ö. 40 yılında ise
Roma'nın bir iç karışıklığı neticesindeki toprak ve hakimiyet paylaşımında,
Anadolu, Antonius'un payına düştü. Roma hakimiyeti, imparatorluğun,
"doğu" ve "batı" olarak, M.S.395 yılında ikiye ayrılmasına
kadar devam etti.
Emet, Roma döneminde de TIBERIOPOLİS olarak anılmıştır. Bu döneme ait olan ve
şehre mahsus sikkeler bulunmuştur. Bölgenin İ.Ö.133 yılında Roma egemenliği
altına girdiği kabul edilir. Verimli topraklarında üretilen tahıl, şarapçılık
ve yün sayesinde, kısa zamanda önemli ve zengin merkezler oluşmuştur. Kısa
zaman öncesine kadar Emet'in beldesi olan ve daha sonra ilçe yapılan
Çavdarhisar, Roma döneminin en önemli merkezlerinden olan AIZANOI' nin üzerinde
kurulmuştur. Aizanoi, aynı zamanda, Anadolu'nun en iyi korunmuş Zeus Tapınağını
da barındırır. Kalıntılar arasında, Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli
tiyatro ve ona bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, iki hamam, dünyanın ilk
borsa yapısı, sütunlu cadde, Kocaçay üzerinde ikisi ayakta beş köprü, Meter
Steunene kutsal alanı, nekropoller, Kocaçay üzerinde antik bir bent, su
yolları, anıtsal kapı yapıları bulunmaktadır. Aizanoi antik kenti Efes,
Bergama, Side gibi kentlerle çağdaştır.
Aizanoi, antik çağda Penkalas denilen Koca Çayın iki
yakasına yayılmıştır. Antik çağda iki yakayı
birbirine bağlayan 5 köprü mevcuttu. Bunlardan birisi yayalar için yapılmış
olan ahşap bir köprü, diğer dördü ise kemerli taş köprülerdir. Günümüze
bunlardan yalnızca iki tanesi ulaşmıştır. Her iki köprü de beşer kemerli olup
günümüzde de kullanılmaktadır. Halen bütün trafik yükünü çeken 5 kemerli ana
köprü korkuluğunun bir kaidesi üzerindeki yazıttan, köprünün M.S. 157 yılının
Eylül ayında açıldığı anlaşılmaktadır. Köprü Apuleius Eurykles tarafından yaptırılmıştır.
Eurykles İmparator Hadrian tarafından kurulan ve Panhellenion denilen Kelen
Birliğinde M.S. 153-157 yılları arasında Aizanoi’u Atina’da temsil etmiştir.
Tüm antik kentlerde olduğu gibi Aizanoi’de de törensel bir yol mevcuttur. 450
m. Uzunluğundadır
Aizanoi, Erken Bizans
Dönemi’nde piskoposluk merkezi iken, VII. Yüzyıldan itibaren önemini
yitirmiştir. Tapınak düzlüğü ortaçağda bir hisara dönüştürülmüştür. Selçuklu
Beyliği döneminde Çavdar Tatarları tarafından üs olarak kullanılmıştır (13. yy.).
Bu yüzden buraya Çavdarhisar adı verilmiştir. Antik kentte zamanında 120 bin
civarında insanın yaşadığı tahmin edilmektedir.
Bu arada, annesi Türk soyundan olan ve kendisine Türk askerlerinden özel bir
ordu kuran Abbasi Halifesi Mutasım’ın, 838 yılında, Bizans’a büyük bir sefer
düzenlediği ve İznik’e kadar geldiği bilinir. Ancak, Tiberiopolis’in, kısa
süreli de olsa el değiştirip değiştirmediği bilinmemektedir.
Frigler döneminde önemli bir merkez olan Emet (Tiberiopolis)'in, Romalılar
zamanında da önemini koruduğu hamam buluntularından anlaşılmaktadır. Ayrıca
civar köylerden Köprücek, Kırgıl ve Yenice'de de Roma dönemi kalıntılarına
sıklıkla rastlanmaktadır.
Bizans Dönemi
Büyük Roma
İmparatorluğu'nun M.S. 395 yılında ikiye bölünmesinden sonra, bölge, Doğu Roma
İmparatorluğunun, yani Bizans'ın hâkimiyeti altına girmiştir. Bizans döneminde
ise Kütahya'nın önemi çok arttı. Bizanslılar şehre hâkim ve kale inşasına
elverişli buldukları sarp tepeye burçlar ile tahkim edilmiş iki kat sur içinde
bir şato yaptılar. Bu şato, Germiyanoğulları ve Osmanlılar döneminde yapılan
Kütahya kalesinin esasını teşkil etmiştir.
Bu arada, dokuzuncu asrın sonlarına doğru Büyük İslâm Devleti, yani Halifelik
makamı, bütün birliklerini terhis ederek ordusunu Türklerden oluşturmaya
başlamıştı. Bu yeni ordu da Anadolu içlerine kadar girerek akınlar yapıyordu.
Tarihi, kayıtlarda adı geçen Busr-ul’Afşini, Kayıoğlu Ahmet, Hakan, Munis,
Burduoğlu Rüstem, Ebu Sabit’üt-Türkî, Toganolu Ahmet gibi Türk kumandanlar Orta
Anadolu’daki pek çok şehri geçici de olsa işgal etmişler ve yağmalamışlardı. Bu
akınlar sırasında Kütahya ve dolayısıyla Emet’e kadar ulaşıp ulaşmadıkları
bilinmiyor.
Malazgirt'te Sultan Alparslan'a yenilen Romanos Diogenes, tahtını geri almak
için giriştiği mücadelelerde yenilip esir düşünce, Kütahya 'ya getirilip
gözlerine mil çekilerek hapsedilmiştir. (Romanos Diogenes, daha sonra sevk
edildiği Kınalı Ada 'da vefat etmiştir.
En parlak dönemini İ.S. 2. ve 3. Asırlarda yaşayan bölgedeki Aizanoi, Bizans
Hıristiyanlığının en önemli piskoposluk merkezi olmuştur.
Büyük Selçuklu Dönemi
11.yüzyıldan itibaren
Anadolu Türk hâkimiyetine girmeye, nüfus, idare ve kültür bakımından
Türkleşmeye başladı. Özellikle 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Türklerin
önünde hiçbir engel kalmadı. Bizans’ın mukavemeti kırıldı. Hatta İmparator 7.
Mikhael, zaten nüfusu azalmış olan Anadolu’da, geri kalan Rumların büyük bir
kısmını Balkanlara nakletti. Böylece Anadolu’da, müstahkem kalelere, surlarla
çevrilmiş kalelere sığınan Rumlar ile biraz Ermeni nüfusu dışında Türk harici
unsur kalmadı. Anadolu’ya yönelen Türk göçleri de hiç zorlanmadan kendilerine
yurtlar buldular.
Anadolu’ya geldikleri ilk zamanlarda önce ovaları, vadileri ve yaylaları tutan
Türk boyları, yavaş yavaş kaleleri almaya, surlarla çevrili şehirleri, askeri
ve iktisadi bakımdan önemli merkezlere nüfuz etmeye başladılar. Buralarda
müstakil beylikler kurdular.
Romanos Diyogenes’in ölümünden sadece iki sene zarfında Ege ve Marmara
sahillerine ulaşıldı. Bundan sonra Türkler, Anadolu'ya daha yoğun olarak göç
etmeye başladılar ve hızla Anadolu'nun fethine giriştiler. 1071 yılından
sonraki birkaç yıl içinde Anadolu’nun hemen tamamı Türkler tarafından
fethedildi.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin ilk hükümdarı Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın kardeşi
Melik Mansur, 1074 yılında Kütahya'yı ve Emet de dâhil olmak üzere tüm bu
yöreleri fethetti. Kütahya ise, Anadolu Selçuklu Devleti'nin bir uç şehri oldu.
Anadolu Selçukluları Dönemi
Yirmi yıl kadar Türk
hâkimiyetinde kalan Kütahya ve civarı, 1096 yılında başlayan birinci Haçlı
Seferi sonucunda tekrar Bizans İmparatorluğu hâkimiyetine geçti. (1097) Sultan
2. Kılıçarslan'ın, ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırması sırasında ( 1185
) Kütahya ve dolayısı ile Emet, Gıyaseddin Keyhüsrev 'in hissesine düştü.
Bu taksimattan sonra kardeşler arasında hâkimiyet mücadelesi haşladı. l.
Gıyaseddin Keyhüsrev 1192 tarihinde devletin başına geçmeyi başardıysa da diğer
kardeşlerini bertaraf edemedi ve 1196 da II. Süleyman Şah tarafından sürgüne
gönderildi. Kardeşler arasındaki bu taht mücadelesinden yararlanan Bizans
Kütahya-Uşak civarını geri aldı. Bizans Hâkimiyeti 1233 tarihine kadar sürdü.
Kütahya civarı Sultan Alaattin Keykubat zamanında Selçuklu kumandanlarından
İmadüddin Hezar Dinari tarafından üçüncü defa ele geçirildi.
Kütahya'nın Melik Mansur tarafından fethedildiği yıllarda şehir Büyük Selçuklu
İmparatorluğuna bağlı bulunuyordu. Melik Mansur 'un Büyük Selçuklu
İmparatorluğu hükümdarı Melikşah'a karşı ayaklanması üzerine Melikşah Ümeradan
Emir Porsuk Bey komutasında bir ordu göndermiş, yapılan savaşta Melik Mansur
öldürülmüştür (1090). Bu olaydan sonra Emir Porsuk Bey kuvvetleri Kütahya'ya ve
civarına iyice yerleşmiş ve idaresi altına almıştır. Kütahya 'da önemli
akarsularından Porsuk Çayı 'nın adı buradan gelmektedir.
İmparator Manuel, Kılıç Arslan’ın barış isteklerini kabul etmeyerek Frank,
Macar, Peçenek askerleriyle takviyeli Bizans ordusu ile Anadolu Selçuklularının
üzerine yürüdü. İki ordu Denizli yakınlarındaki Hoyran Gölü civarındaki
Miryakefalon Vadisinde karşı karşıya geldi. Savaş sonunda Bizans ordusu imha
edildi. İmparator Manuel Batı Anadolu’daki istihkâmlarını kaldırmak ve ağır bir
tazminat ödemek şartıyla anlaşma yaptı ve İstanbul’a dönmek zorunda
kaldı.
1. Haçlı Seferinin yarattığı buhranı ortadan kaldıran bu zafer, Bizans’ın
Malazgirt Zaferinden beri beslediği Anadolu’yu geri alma ümidini tamamen kırdı.
Bu savaşa kadar Anadolu, “Türklerin işgali altındaki Bizans toprağı”
sayılırken, artık gerçek bir Türk yurdu olduğu tescil edildi ve Bizans bir daha
Anadolu’ya taarruz edemedi.
Emet, Anadolu Selçuklu Devleti'nin de önemli merkezlerinden biridir.
Germiyanoğulları Dönemi
Anadolu Selçuklu
Devletinin yıkılması ile Kütahya ve dolayısıyla Emet, Germiyan Beyliği'nin
hâkimiyeti altına girdi. Batı Anadolu Türkmen hanedanlarından biri olan
Germiyanoğulları, Selçuklu Türkiyesi'nde, Bizans sınırının güney kesiminden
sorumlu, büyük uç beyi idiler. Doğuda Karaman, güneyde Hamîd, kuzeyde Osmanlı,
batıda Karasi, Saruhan, Aydın ve Menteşe beylikleri ile çevrili olan
Germiyanoğulları, Karaman hariç, bu beyliklerin hepsinin başı idi.
Malatya taraflarında bir bölgeye "Germiyan" adı verildiği Selçuklu ve
Bizans kayıtlarında belirtilmektedir. Germiyanlı adının Malatya taraflarından
batı Anadolu’ya gelen bu aşirete bu nedenle verildiği (Kütahya'lı gibi) tahmin
edilmektedir.
Bir görüşe göre Oğuzların Afşar boyundan, diğer bir görüşe göre de Harzemli
oldukları kabul edilen Germiyanoğulları’nın Anadolu’da ilk kez Malatya
yöresinde görüldükleri, Anadolu Selçuklu Devleti tarafından başlarına
Alişiroğlu Muzafferüddin olduğu halde Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından
1240 yılındaki Baba İshak İsyanını bastırmakla görevlendirildikleri ve bunda da
başarılı oldukları ve böylece tarih sahnesine çıktıkları görülmektedir.
Anadolu’daki Moğol istilasının karışıklıklarından yararlanarak
Türkmenleri etrafında toplayıp bağımsız bir devlet gibi hareket eden Cimriyi
(Alaaddin Siyavuş) ortadan kaldırmak isteyen Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev,
(1277 yılında ) Cimriyle Karahisar-ı Devle de (Afyonkarahisar) girdiği savaşta
Germiyanlı Alişir oğlu Hüsameddin’in adamlarının yardımını görmüş ve
Cimriyi yakalamıştır. Bunun mükâfatı olarak, Germiyan oğullarına Kütahya ve
civarını ikta olarak vermiştir. Bu tarihten sonra Germiyanoğulları’nın bazen
Selçuklularla mücadele ve bazen ise tabiiyetle geçen bir dönemin ardından
1300’lü yıllarda I.Yakup Anadolu Selçuklu Sultanlığından ayrılarak Merkezi
Kütahya’da bağımsız Germiyan Beyliğini kurmuştur.
Germiyanlı Beyliğini kuran Yakup Bey, Moğollar tarafından öldürülen Kerimüddin
Alişir Bey'in oğludur. Kendisi Anadolu Selçuklu Sultanı 3. Gıyaseddin Keyhüsrev
zamanında devletin ileri gelen emirlerinden birisiydi. Görev sahası Ankara ve
civarı idi. 3. Alaattin Keykubad'a bağlı iken 1300 yılında bağımsızlığını ilan
etmiş. Kütahya Merkez olmak üzere beyliğini kurmuştur. Emet-Eğrigöz bölgesi ile
birlikte, Afyon, Uşak, Denizli ile Manisa ve Balıkesir'in büyük kısmı bu
beyliğin sınırları dâhilindeydi.
Beyliğin ilk müstakil idarecisi olan Yakup Bey devri (1300–1340)
Germiyanoğulları’nın en güçlü dönemini oluşturur. Yakup Bey 'in hâkim olduğu
topraklar, bazı kaynaklarda Yakub-ili adıyla adlandırılmıştır. Bazı kaynaklarda
Bizans'ın Yakup Bey devrinde Germiyanoğulları’na yıllık 100 bin dinar vergi ve
hediyeler gönderdikleri belirtilir.
Bugünkü Kütahya, Uşak, Denizli ve Afyon illeri üzerindeki beylik, 44. 000 km2
kadardı. 1360'a doğru 37 000 km2'ye düşmüştü. Taht şehirleri (başkentleri)
Kütahya'yı 1378'de Osmanlı'ya verip daha da küçüldüler. Nihayet 1390'da, tamamen
bir sancak şeklinde Osmanlı Devletine katıldılar.
1300'de Osmanoğulları, uç beyliğinden, büyük uç beyliğine yükselip, Germiyan
nüfuzundan kurtuldular. Germiyanoğulları'nın, Ege'ye doğru Bizans topraklarını
fethetmekle görevlendirdikleri uç beyleri (Karasi, Saruhan, Aydın, Menteşe) de
Germiyan nüfuzundan çıktılar. Avşar boyundan olmaları muhtemel ve Sünnî-Hanefî
olan Germiyanoğulları, Aydınoğulları üzerindeki üstünlüklerini 1328'e kadar
devam ettirdiler.
Yakup Bey 'den sonra yerine oğlu Mehmet Bey geçti (1340). Onun da 1363 yılında
ölümü üzerine yerini oğlu Süleyman Şah aldı. Osmanlı Sultanı 1. Murat, oğlu
Şehzade Bayezid 'e Süleyman Şah'ın tek kızı Devlet Hatunu istemek üzere bir
heyet gönderdi. Süleyman Şah da cevabi bir mektupla devrin ileri gelen
âlimlerinden İshak Fakih 'i Osmanlı başkentine gönderdi. İshak Fakih 'in
getirdiği hediyeler arasında meşhur Germiyanlı atları, Denizli bezleri ile
altın ve gümüş eşyalar bulunuyordu. Süleyman Şah, Karamanoğullarının
saldırılarına güvence temin etmek için kızı Devlet Hatun’u Beyazıt’a verdi ve
kızının çeyizi olarak da Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı'yı Osmanlılara
bıraktı. Kendisi Kula 'ya çekildi. 1381 yılında yapılan düğünden sonra Şehzade
Bayezid Kütahya sancağına idareci olarak gönderildi.
Ancak 1402'de Ankara bozgunundan sonra, Germiyan beyliği tekrar kuruldu. Taht
şehirleri, Kula'dan gene Kütahya'ya getirildi. 1414'te Osmanlı'ya tâbi oldular.
Altıncı ve sonuncu Germiyanoğlu II. Yakup Bey, 12 yıl Timur'un yanında
yaşamıştı. Yıldırım Bayezid' in kayınbiraderi idi. Aynı zamanda samimi bir
Osmanlı dostuydu. 1390 yılından 1399 yılına kadar da Osmanlı ülkesinde
(İpsala’da) oturmuştu. Oğlu olmasına rağmen, ölümünde ülkesini Osmanlı
Devletine vasiyet etti. Vasiyeti yerine getirildi. 1429 Şubatında Kütahya’ya
bir Osmanlı sancak beyi gönderildi. Germiyan tahtı denen Kütahya, 1451'de
Ankara yerine büyük Anadolu Eyaletinin merkezi (beylerbeyi tahtı) oldu ve bu
durumu XIX. asra kadar devam etti.
Emet ilçesinde, Germiyan döneminden kalan tek eser, Hicri 835, yani 1419
yılında yapılan Babuk Bey (Çarşı) Camii’dir. Eser, Yakup Bey oğlu Babuk Bey
tarafından yaptırılmış ve son derece geniş bir arazi de camiye vakfedilmiştir.
Osmanlı Dönemi
1380
yılında Germiyan Beyi Süleyman Bey, kızı Devlet Hatun' u, Osmanlı padişahı
Yıldırım Beyazıd Han'a nikâhladı. Bu düğün münasebeti ile Devlet Hatun' un
çeyizi olarak, Hamideli, Akşehir, Yalvaç, Seydişehir ve Kütahya ile birlikte,
Emet de Osmanlı topraklarına katıldı
Yıldırım, henüz şehzade iken gerçekleşen bu düğün, Osmanlı'nın ilk
zamanlarındaki en şaşaalı düğün olarak tarihe geçmiştir. Germiyan Beyi Yakup
Bey'in kızı Devlet Şah (diğer adıyla Sultan Hatun) ile Yıldırım' ı birleştiren
düğüne, civardaki Beyler ile birlikte Mısır Sultanı da davetliydi. Bilhassa
Rumeli Beylerbeyi Evrenos Bey'in hediyeleri çok kıymetliydi. Yüz köle ve yüz
cariyeden on tanesinin ellerinde, içleri altınla dolu altın tabaklar, on
tanesinin ellerinde ise içi gümüş dolu gümüş tabaklar bulunuyordu. On sekiz
esir som altından abdest ibriği, geriye kalanları ise kupalar, kristal cam
eşyalar, Venedik camları, kıymetli taşlarla işlenmiş süs eşyaları taşıyorlardı.
Sultan Murad, tüm hediyeleri âlimlere ve fakirlere dağıtmış, Mısır Sultanının
gönderdiği cins atları da Evrenos Bey'e vermişti. Bu düğünden sonra Yıldırım
Beyazıd da Kütahya Sancağında valilik yaptı.
Aksak Timur'un Anadolu'ya hareketi başlayınca, Yıldırım Bayazıd'ın yönetiminden
hoşnutsuzluk duyan Menteşeoğlu, Aydınoğlu, Saruhanoğlu, İsfendiyaroğlu ve
Germiyanoğlu Beyleri Timur ile bağlantı kurdular. Neticede Timur Han'ı harekete
geçirdiler. Kafkasya’da bulunan Timur, Anadolu içlerine, öncelikle de Kayseri
ve Sivas’a doğru harekâta başladı. Timur, önce Beyazıt’tan, kendi ırkının
beylerine karşı neden haksızlıklar yaptığını sorar. Elçiler vasıtasıyla uzun
süren mektuplaşmalar olur. Bu mektuplaşmalarda Timur’un son derece ılımlı,
sabırlı ve uzlaşmacı, Beyazıt’ın ise sert ve hakaretli bir üslup kullandığı
görülür. Aslında Timur, kendi ırkından olan Osmanlıları Hıristiyanlara karşı
zayıf düşürmek veya yıkmak istemez. Ancak savaş kaçınılmaz olmuştur.
1402 yılındaki Ankara Savaşında, Anadolu askeri çoğunlukla Germiyan ve Karaman
kuvvetlerinden oluşmaktadır. Bu kuvvetlerin askerleri ile Timur'a ve Timur’un
yanındaki Beylerine katılınca güç dengesi bozuldu. Savaş, Osmanlı'nın aleyhine
dönünce, oğulları bile Yıldırım'ı ve savaş alanını terk ettiler.
Timur Han, Yıldırım'ı esir aldı ve Osmanlı topraklarını eski beylerine, bu
arada Kütahya civarını da Germiyan Beyi II. Yakup Bey’e geri verdi. Böylece
Germiyan ülkesi ve Emet, eski sahiplerine geri döndü. Timur Han Anadolu’da bir
süre daha kaldı. Merkezi ise Kütahya idi. Hatta Timur’un torunlarından Muhammed
Mirza, esir Sultan’ın ve dedesi Timur’un bulunduğu bir tören ile Yıldırım’ın
büyük kızı ile evlendirildi ve iki cihangir dünür de oldular.
Osmanlı Asyasındaki fetihlerden dönen Timur’un kumandanları, oğulları ve
torunları Kütahya’da buluştular. Timur’un Anadolu fethindeki merkezi yine
Kütahya idi. Fetih tamamlanınca geri dönüş hazırlığı başladı. Timur’un niyeti
esir Sultan’ı Semerkand’a kadar götürüp imparatorluğunun merkezini göstermek,
sonra da emrine vereceği bir ordu ile Anadolu’daki tahtına iade etmekti. Ama
aynı yıl, esirliği kendine yediremeyen Yıldırım, yüzük taşındaki zehri içerek
intihar etti. Timur Han ise, askeriyle birlikte Anadolu'dan çekildi.
Yıldırım'ın, Ankara Savaşında kaybolan oğlu Mustafa dışında beş oğlu daha
vardı. Kendi aralarındaki hâkimiyet mücadelesi 12 yıl sürdü. Sonunda Mehmet
Çelebi tüm kardeşlerini bertaraf edip, 1414 yılında Osmanlı Devleti'nin başına
geçti. Diğer beyliklerle anlaşmalar yaptı. Karamanoğulları hariç tüm
beyliklerle birleşti. Karamanoğullarını da kısa zamanda yendi ve kendine tabi
etti.
Germiyanoğulları, Mehmet Celebi’nin vefatı ile padişah olan Murad Bey'e isyan
eden diğer Beyliklere katılmadı. Osmanlı'ya bağlı kaldı.
1429 yılında ise, Germiyan ülkesi, kesin olarak Osmanlı'ya bağlandı. Osmanlı
yönetimine geçtikten sonra Kütahya bir "Sancak Merkezi" oldu. 1.
Murad'ın oğlu ve Germiyanlı Beyi Süleyman Şah'ın damadı olan Bayezid de Kütahya
Sancak Beyi olarak görevlendirildi. Osmanlı Devletinin Anadolu Beylerbeyi İshak
Paşa 1451 yılında beylerbeylik merkezini Kütahya 'ya taşıyarak buraya yerleşti.
Kütahya uzun süre Beylerbeylik merkezi olarak kaldı. Timur Ankara savaşından
bir hafta sonra Kütahya 'ya gelmiş, çok sevdiği bu şehirde bir ay kalmıştır.
15. asırda ise Eğrigöz Kalesinin çok ünlü bir zalimi barındırdığı rivayet
edilir. Bazı tarihçilere göre, “Kazıklı Voyvoda Drakula” adıyla anılan Eflak
Prensi 3. Vlad, 1461 yılında, Osmanlı’ya karşı isyan başlatmış, ancak bir yıl
sonra, 1462’de Fatih Sultan Mehmet tarafından esir edildikten sonra Eğrigöz
kalesinde hapsedilmiştir. 3. Vlad burada Türkçe öğrenmiş, Türk giysilerine
bürünmüş ve 2 yıl kadar süren esaret hayatı sonrasında buradan kaçmayı
başarmıştır. Hatta Drakula’nın şeytanla anlaşmasını buradaki esareti sırasında
yaptığı iddia edilir.
Kütahya civarı, 16. yüzyılda da büyük bir isyan hareketine sahne oldu. II.
Beyazıt zamanında, Şah İsmail yanlısı Şahkulu, Kütahya’da ayaklandı. Bu isyan
1511 yılında güçlükle bastırıldı.
1828–29 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa,
devletin istediği asker yardımını yapmadığı gibi, Osmanlı ordusunun yenilmesini
fırsat bilerek Suriye Valiliğini de istedi. Bu isteği geri çevrilince oğlu
İbrahim Paşa komutasındaki bir orduyla Suriye’yi işgal etti. Üzerine gönderilen
birlikleri dağıtan İbrahim Paşa Kütahya’ya kadar ilerledi ve Kütahya'yı işgal
etti. 1833 yılında Sultan Mahmut ile imzalanan Kütahya Antlaşması ile Mısır
askerleri Kütahya'yı terk etti.
Kütahya 1867 'de Hüdavendigar Vilayetine bağlı bir sancak merkezi iken, II.
Meşrutiyetten sonra bağımsız bir sancak oldu. Emet de Kütahya Sancağına bağlı
bir belde idi. 1922 yılında ise ilçe olarak statüsü belirlenmiştir.
Gazi Emet’te Milli Mücadele Dr.Fazıl (Doğan) Bey Dönemi
Tıp öğrenimi sırasında
“Türk Ocakları”nın kuruluşunun temelini oluşturan ekip içerisinde yer
alan Dr.Fazıl Bey , daha sonra “Türk Ocakları”nın ikinci kuruluşunda
Hamdullah Suphi Bey ile beraber görev almıştır. Köycülük faaliyetleri ile yanıp
tutuşan ve Anadolunun en ücra köşelerinde görev yapmayı planlayan diğer
arkadaşları gibi Dr. Fazıl da askerlik görevini tamamladıktan sonra Emet’e
gelir. Dr. Fazıl Bey’in anıları dikkatli okunduğunda yakın tarihe ışık tutacak
ipuçları bulunmaktadır. Bunları maddeler halinde sıralayacak olursak;
1- 93 Rus Harbi, Trablusgarb Savaşı, Balkan Savaşları , 1. Dünya Savaşı ve
Çanakkale Savaşı... Yıkılmakta olan bir İmparatorluğun son dönemlerinde yapılan
bu savaşlar, erkek nüfusun kırılmasına ve çok kadınlı evliliklere sebep
olmuştur. 1. Dünya Savaşı’nın son anlarında Emet’te yaşanan çekirge salgını
kıtlığa ve dolayısıyla kolay kazanma amacı güden eşkiyaların türemesine sebep
olmuş ve bu bölgede bir çok eşkiya ortaya çıkmıştır. Bunların başında Alagöz,
Kabakçı Salih Efe, Topal Sadettin gibi eşkiyalar gelir. Hatta Dr. Fazıl Bey’in
Kabakçı’yı yakalamak için yakınlarını Emet’e getirip Zeytinoğlu Hanı’na
hapsettiği ama Kabakçı’nın onları kurtarmak için Emet’e gelemediği bir çok
rivayette geçmektedir. Dr. Fazıl Bey, eşkiyalardan bazılarını ikna, bazılarını
da cebr yoluyla dağdan indirmiş, Emet halkının rahat nefes almasını sağlamış
aynı zamanda ileride oluşturacağı “Emet Milli Müfrezesi”nin temelini de
oluşturmuştur.
2- “Mondros Ateşkes Mütarekesi”nden sonra İzmir’in işgali kesinleşmiş ve
daha İzmir işgal edilmeden İzmir Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştu. Dr.
Fazıl Bey, İzmir’in İşgal edildiği gün (15 Mayıs 1919) “Emet Müdafa-i Vatan
Cemiyeti”ni kurmuştur ki bu cemiyet İzmir’in işgalinden sonra Ege Bölgesi’nde
kurulan ilk cemiyettir. “Kütahya Müdafa-i Hukuk Cemiyeti”nin
kurulmasından sonra da “Emet Müdafa-i Hukuk Cemiyeti” olarak ismini değiştirmiş
ve Kütahya Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ne bağlanmıştır. Bu hizmetlerinden dolayı
Ocak 1926’da TBMM tarafından taltif edilmiştir. 3- Asırlardır her yıl 17
Aralık’ta Söğüt’te kutlanan “Osmanlının Kuruluş Şenlikleri” Dr. Fazıl Bey’in
gayretleri ile Söğüt dışında ilk defa 1919 yılında Emet’te yapılmış ve Yörük
boylarının desteği alınarak Emet Milli Müfrezesi daha güçlü hale
getirilmiştir.
4- Emet Milli Müfrzesi; Gediz, Alaşehir, Gördes, Demirci gibi
yerlerin kurtarılmasında ve Simav isyanının bastırılmasında aktif olarak görev
almış daha sonra da Kuvvayı Seyyare’ye bağlanmıştır. Hatta Fazıl Bey’e
“Demirci-Gördes Çevresi Kumandanı” ünvanı verilmiştir.
Gazi Emet’in İşgali
Gazi Emet 14
Ağustos 1921’de Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Ama Emet’in işgal
hikayesi çok ilginçtir. Dr. Fazıl Bey Emet’ten ayrıldıktan sonra “Emet Müdafa-i
Hukuk Cemiyeti”nin başına yakın arkadaşı ve Emet’in ileri gelenlerinden Hatipoğlu
Mustafa geçmiştir. Yunanlılar sırasıyla Simav, Gediz, Hacıkebir, Kütahya ve
Tavşanlı’yı işgal ettikten sonra daha önce defalarca karşılaştıkları Emet Milli
Müfrezesinin varlığını bildiklerinden Emet’i işgal etmeyip Emet, Değirmisaz,
Yenice ve Dağardı bölgelerinin kontrolünü Kabakçı Salih Efe’ye bırakmışlardır.
Tavşanlıdaki Yunan Komutanı Zamanist ile Kabakçı Salih Efe arasında geçen bir
tartışma sonrasında Zamanist, Kabakçı’nın öldürülmesi emrini verir.
Kabakçı kaçarak daha önce malına mülküne göz koyduğu Emet’te Günlüce ile
Eğrigöz beldeleri arasında bulunan Türkmen Tepesi’ne yerleşir. Yunanlılar da bu
olay üzerine 20 Şubat 1922’de daha önce işgal etmedikleri Emet’e 40 kişilik bir
kuvveti gönderip Hükümet Binasına yerleşirler. Emet’in ileri gelenleri Emet Müftüsü
Hafız Osman’ı Yunanlılar’la görüşmek üzere görevlendirirler. Yunanlılar’ın
Emet’e zarar vermedikçe Emetliler’in de Yunanlılar’a dokunmayacaklarını
söylemesini isterler. Bu olay daha sonraları Hafız Osman’ın Yunan işbirlikçisi
olduğu iddiasıyla aleyhine kullanılır. Mart 1929’da Başvekalet Makamı’na
sunulan muhakkik raporuyla Osman Efendi aklanır.
Mart 1922’de Garp Cephesi 7. Tümen’den Yzb. Reşit (Ahmet Ragıp) ve Tğm. Şakir
ile birlikte silahlı 10 er gönderilir. Amaçları ileride girişilecek genel bir
taarruzda Yunan ordusunun gerilerine saldırmak için gönüllü er toplayıp
eğitmektir. Bu durumdan Genelkurmay Başkanlığı Harp Dairesi’nin “Türk İstiklal
Harbi” adlı kitabının II. cildinin “Batı Cephesi” adlı 6. kısmı I. kitabında
bahsedilmektedir. Kabakçı bu birliğe katılmak istese de Sülye Bala’nın ileri
gelenlerinden Molla Ümmet bu isteği “Mimye Köprüsü’nden bu tarafa
geçersen seni vururum!” sözleriyle geri çevirmiştir.
Değirmisaz Olayı
19 Nisan 1922’de 10
kişilik bir Yunan birliği Emet’te bulunan birliğe gıda ve yiyecek temini için
Değirmisaz’a gider. Orada onları gören bir Sülye Balalı ellerindeki silahlara
karşıdan bakıp “İşgal altında olan biziz. Bizim kendimizi savunacak bir
silahımız bile yokken onlar makineli tüfeklerle halkı soyuyorlar.” diyerek durumu
Yzb. Reşit’e bildirir. Gece Yunanlılar’ın Değirmisaz’da konakladıkları köy
odasına baskın yapılacaktır. Sülye Balalılar Değirmisaz’a vardıklarında Köy
Muhtarı Kadıoğlu İsmail eğer bu gece köy odasına baskın yapılırsa Yunanlılar’ın
bunun sorumluluğunu kendilerine yükleyeceklerini, mümkünse bu baskının ertesi
günü köyden çıktıktan sonra yapılmasını söyler. Bu kabul edilir.
Yunanlılar köyden ayrılır ayrılmaz köyün dışında bulunan Emet Çayı’nı geçerler.
20 Nisan’da pusuya yatan Sülye Balalılar tarafından 6 tanesi öldürülür. Avcı
kolu halinde köyden çıkmaları sebebiyle hepsi pusuya düşmez. İkisi yaralı halde
Eğrigöz tarafından kaçarak Emet’teki birliğe ulaşırlar. Bu olay üzerine
Değirmisaz Muhtarı Kadıoğlu İsmail ile birlikte iki azası Yunanlılar tarafından
yakalanıp Emet’e getirilir. Akla hayale gelmeyen işkenceler yapılır. İşkence
yapılan Değirmisazlılar’ın feryatları Emet sokaklarında çınlamaktadır. Üç gün
süren bu eziyetler sonrasında Değirmisazlılar dayanamayıp kendilerinin
yapmadıklarını, yapsa yapsa Sülye Balalılar’ın yapmış olabileceğini söylerler.
Bunun üzerine Yunan Komutanı, Emet Belediye Reisi Terlemez Hasan’ı çağırıp 40
askeri olduğunu ve onlara 40 tane kadın istediğini, kendisine de Sülye Bala’nın
en güzel kızını istediğini ve Sülye Bala’yı da yakıp yıkacağını söyler.
Terlemez Hasan bu istekleri hemen yerine getiremeyeceğini, bunu alenen yaptığı
zaman Emetliler’in kendisini öldüreceğini, ertesi güne kadar müsaade edilirse
bir eğlence tertip edip diğer isteklerinin de temin edileceğini söyler. Amacı
zaman kazanmaktır. Yunan Komutanı bunu kabul eder. Emet Müdafa-i Vatan Cemiyeti
Reisi Hatipoğlu Mustafa Sülye’ye haber uçurur. Belediye Reisi Terlemez Hasan,
katır yüküyle gazyağı tenekeleri temin eder. Artık tahammül edilecek hal
kalmamıştır ve plan hazırdır.
Emet Hükümet Konağının Yakılması
Ertesi günü plan
işlemeye başlar. 24 Nisan 1922 günü Belediye Reisi Terlemez Hasan eğlence
tertip eder. Şeyhler köyünden çalgıcı Hüsam Ağa ve Hüseyin Çavuş getirtilir.
Eğlence başlar. Belli bir süre sonra çalgıcılar bir fırsatını bulup binayı terk
edeceklerdir. Sarhoş olan Yunanlılar’dan büyük bir bölümü sızmışlardır.
Hükümet Binası’na emme basma itfaiye tulumbasıyla gazyağı püskürtülecek
ve bina ateşe verilecektir. Yzb. Ahmet Ragıp, Tğm. Şakir, 7. Tümen’den gelen
erler, Eğrigözlü seymenler, Sülye Balalı ve Emetli efeler toplam 30 - 40
kişi Hükümet Konağı etrafına mevzilenirler. Ama plan düşünüldüğü gibi işlemez.
İtfaiye tulumbası çalışmaz. Emetliler Hükümet Konağı’na yaklaşamadıkları için
plan hemen değiştirilir. “Kalaycı Gavuru Artin” diye bilinen gayri müslimin
eline gazyağına batırılmış paçavralar verilir. Bunu yakıp arka bahçedeki camdan
içeriye atması söylenir. O da öldürülme korkusu ile denileni yapar. Çalgıcılar
tuvalete gitme bahanesi ile dışarı çıkmışlardır. Yangın kısa sürede binayı
sarmış dışarı kaçmaya çalışanlar teker teker vurulmuştur. 7. Tümen’den gelen 10
erin arasında bulunan Ankaralı İbrahim Çavuş’un attığını vurması, bir tek
mermiyi bile boşa harcamaması hala halk arasında anlatılır. Binadan kaçmayı
başaran iki Yunanlı mezar başında yakalanarak öldürülür. Bodrum camından ateş
eden bir Yunanlı tarafından Giziroğlu Mehmet burada ayağından vurulur. Başka da
bir zayiat yoktur. Yunan Komutan ile birlikte 40 Yunanlı burada öldürülür.
Ancak o sırada Hükümet Binası’nda olmayan ve “Kulaksız Çavuş” diye bilinen
Yunanlı, silah sesleri üzerine bulunduğu evden yerel kadın kıyafetleri giyerek
kaçar. Durumu Tavşanlı’daki Yunan karargâhına bildiri, onlar da Kütahya’daki
karargâha bildirirler. Bunun üzerine Kütahya’daki karargâhtan bir tabur asker
Tavşanlı üzerinden Emet’e yönlendirilir. Emetliler için iki seçenek vardır. Ya
Emet’i ve köylerini boşaltıp dağlara kaçacak, ya da Yunanlılar’a karşı
koyacaklardır.
Toparlayacak olursak Emet Hükümet Konağı baskınının üç ana sebebi vardır:
1- Değirmisaz muhtarı Kadıoğlu İsmail ve iki azasının feryatları ve onlara
yapılan işkencelerin dayanılmaz boyutlara ulaşması.
2- Yunan komutanının Emetliler’in ve Sülyeliler’in namusuna göz koyması.
3- Değirmisaz baskınını Sülyeliler’in yaptığının anlaşılmasından sonra
Sülye Bala’nın Yunanlılar tarafından yakılacak olması
Cevizdere Destanı
Poyrazların Hüseyin ve
Porsuk Ahmet gibi gençler halkı galeyana getirip karşı durmak kararındadırlar.
Zaten kaçmaya ve bütün köyleri boşaltmaya da pek vakit yoktur. 26 Nisan gecesi
Cevizderesi’nin bulunduğu yerde yine Yzb. Reşit (Ahmet Ragıp), Tğm. Şakir, 7.
Tümen’den gelen erler, Eğrigözlü seymenler, Sülye Balalı ve Emetli efeler
toplam 50 - 60 kişi mevzilenirler. Silah sesi gelmeden kesinlikle ateşe
başlanmayacaktır. Dar bir vadide bulunan bu bölge pusu için en uygun yerdir. 27
Nisan günü öğle vaktine doğru (bazı kaynaklara göre 200, bazılarına göre ise
350 kişilik) Yunan taburu Cevizderesi’ne girer. Pusunun baş tarafında
Sülyeliler, ortasında Eğrigözlüler ve 7. Tümen’den gelen subaylar ile erler,
sonunda ise Emetliler bulunmaktadır. Yunanlılar sayıca çok olduğu için tamamı
pusunun içine girmez. Dolayısıyla pusunun baş tarafında bulunanlar pusu
gerçekleşmeyecek diye yavaş yavaş açılmaya başlarlar. Ama o anda bir mucize
olur. Yunan komutanı derenin aktığı yere geldiğinde atından iner ve atını
sulamaya başlar. Pusunun sonunda bulunan Porsuk Ahmet uyuyup kaldığı siperinden
atların ayak sesleriyle uyanır ve Yunanlılar’ı büyük bir dikkatle izlemeye başlar.
Yunan komutanı tekrar atına bindiğinde herhalde askerlerine üçerli sıraya
geçmelerini söylemiş olmalı ki sayıca fazla olan Yunanlılar’ın tamamı pusu
kurulan bölgenin içine girmeye başlarlar. Tabi bu sırada pusunun baş tarafı
yavaş yavaş açılmış haldedir. Yzb. Reşit (Ahmet Ragıp) açılan bu pusuyu
gördüğü, belki de Yunanlılar’ın tamamının pusunun içine girmesini beklediği
için ilk atışı bir türlü yapmamıştır. Yunan Komutanı, Porsuk Ahmet’in siperine
yaklaştıkça yaklaşmış ama bir türlü ilk atış gerçekleşmemiştir. Gelin bundan
sonrasını Porsuk Ahmet’in ifadesi ile dinliyelim;
“Benim sipere yattığım yer hemen yolun altında, kayaların arasında bir yerdi.
Karşımdan gelen Yunanlılar’ın beni görmelerine imkan yoktu. Ancak benim
yanımdan geçerlerken bir tanesi başını sola çevirse beni görecek ve
öldüreceklerdi. O anda kafamdan birçok şey geçti. “Nasıl olsa beni görecek ve
öldürecekler. En iyisi ölmeden öldürebildiğim kadar Yunanlı öldürüp ondan sonra
öleyim.” diyerek ani bir kararla başlarındaki komutana nişan aldım ve ateş
ettim. Kurşun komutanın atının başına isabet etmişti. Atın vurulması sonucu
yere düşen komutan atından silahını almaya yeltenirken ikinci atışı yaptım ve
komutanı vurdum. Ondan sonra mermiler havada uçuşmaya başladı. Benim silahımın
patlamasıyla diğer arkadaşlarım da ateşe başladılar. Ortalık anacı babacı günü
olmuştu. 85 tane mermim vardı. Bir tanesini bile boşa atmadım. Mermim bir tane
kalınca vurduğum Yunan komutanının silahını gözüme kestirdim. Onu almaya
giderken bir Yunanlı beni fark etmiş olmalı ki onun silahını bana doğrulttuğunu
fark ettim ve kalçamdan vuruldum. Döndüğüm gibi son mermimle beni vuran
Yunanlı’ya ateş ettim ve onu vurdum. Böylelikle Cevizderesi’ndeki görevimi
tamamlamış oldum.”
Porsuk Ahmet’in ilk atışından sonra başlayan mermi tufanı akşama kadar hiç
susmamış, pusunun baş tarafı da açılan ilk atıştan sonra tekrar kapanmış ve
Yunanlılar’ın tamamı pusu içinde kalmış, hatta kurmaya bile fırsat
bulamadıkları mitralyöz de Emetliler’in eline geçmişti. Yunanlılar’dan 25
kadarı bugün “Şekerlerin Damları” diye bilinen yerde bulunan taşlarla örülü bir
samanlığa sığınmışlar, taşların arasından açtıkları ateşle kahramanlarımızın
yanlarına sokulmalarını engellemişlerdi. Havanın kararması üzerine
kahramanlarımız Cevizdere’den ayrılırlar. Samanlığa sığınan Yunanlılar ise
Tavşanlı ve Kütahya’ya ulaşmak için değişik köyleri ve yolları deneseler de yol
iz bilmedikleri için onlar da rast geldikleri köylüler tarafından öldürülmüş
Kütahya’ya ancak iki tanesi ulaşabilmişti. Bunlardan 3 tanesi Kayı köyünde, 2
tanesi Bahatlar köyünde öldürülmüşlerdir. Batıda hiçbir bölgede bu tarihe kadar
Yunanlılar’a ağır bir darbe vurulmamıştı. Değirmisaz olaylarında 6, Emet
Hükümet baskınında 40 ve Cevizdere’de 200 civarında olmak üzere en az 250
civarında Yunanlı öldürülmüş ve bu olay bir hafta kadar kısa bir sürede cereyan
etmiştir.
CEVİZDERE ŞEHİTLERİ
1-
Ahmet oğlu İbrahim
2- Yeşillerin İbrahim
3- Poyrazların Hüseyin
4- Şabanların Hasan
5- Topcuların Hüseyin
6- Salihlerin Ahmet
7- Malakların Ömer
CEVİZDERE MUHARİP VE GAZİLERİ
1- Porsuk
Ahmet
2- Köftürcülerin
Hüseyin
3- Barışların
Ahmet
4- Kako
Mehmet
5- Demetlerin
Hasan
6- Ramazanların
Ali
7- Giziro
Mehmet
8- Çavuşların
Himmet
9- Çavuşların
Mehmet
10- Düğmelilerin Nuri
Ağa
11- Efendi Mehmetlerin Mehmet Ağa
12- Çavuşların
Sadık
13- Cemal
DAYIOĞLU
14- Öğretmen Sait AYAN
15- Sakaların Halil UYGUN
16- Hasan KARABABA
17- Karabayramların Ali
18- Çilonların Mehmet
19- Şabanların Mehmet
20- Şabanların Ahmet
21- Şabanların Mustafa
22- Çil Mehmet
23- Gödece Mehmet
24- Çakır Himmet
25- Akkuşak Ahmet
26- Rıza DAYIOĞLU
27-Degirmenci Abdullah KORKUT
28-Halil İbrahim KORKUT
29-Osman ATAY
30-Kavasların Hasan TOPCU
31- Halil BURSALI
Emet’in Ve Köylerinin Yakılması
Cevizderesi’ni haber
alan Yunanlılar iki alay Kütahya’dan, uçak takviyeli iki alay da İzmir’den
olmak üzere toplam dört alaylık birliği Emet üzerine gönderir. Emet için acı ve
hüzün dolu günler daha da artarak devam etmektedir. Mayıs başında Emet
bölgesine gelen dört alay Yunan birliği 24 Mayıs’a kadar Emet’le beraber 14
köyünü taş üstünde taş kalmayacak şekilde yakmışlardır. Cevzideresi’ne
katılanları isim isim tespit etmişler, başta Belediye Reisi Terlemez Hasan,
Emet Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Hatipoğlu Mustafa olmak üzere tüm
Cevizderesi muhariplerini teker teker aramaya başlamışlardır. Özellikle yakılan
köyler Cevizderesi muharebesine katılanların köyleridir. Gittikleri her köyde
çoluk çocuk, hamile yaşlı, kadın erkek ayırt etmeden önlerine geleni hunharca
şehit etmişlerdir. Bu işgal Ramazan ayına rastlamış hatta Emet’in girişinde
bulunan şehitliktekiler Ramazan Bayramı günü şehit edilmişlerdir.
Cevizderesi’nde ele geçirilen mitralyöz de Yunanlılar tarafından Umutlu köyünde
bulunmuş ve geri alınmıştır. Yaralı olan Porsuk Ahmet ve Belediye Reisi
Terlemez Hasan ile birlikte 18 kişi Umutlu köyünden, 25 kişi Köprücek köyünden,
Sülye, Eğrigöz, Küreci ve diğer köylerimizden daha birçok kişi esir alınmış,
bir kısmı Simav’da hapsedilmiş, bir kısmı da Manisa’da Divan-ı Harbte
yargılanarak Korfo Adası’na ve Atina’ya esir olarak götürülmüşlerdir. Bu
olaylardan İbrahim Ethem AKINCI’nın Türk Tarih Kurumu tarafından basılan
“Demirci Akıncıları” kitabının 239. ve 240. sayfalarında “Emet Vekayi ve
Fecayii” başlığı altında bahsedilmektedir. Yine Yunanlılar’ın 24 Mayıs 1922’de
Emet ve havalisini harabeye çevirdikten sonra Emet’i terk ettikleri aynı eserin
250. sayfasında belirtilmektedir.
Bu dönemde şehit edilen Ecdadımızdan isimleri ve mezarları tesbit
edilebilenlerin isim listesi aşagıdadır.
1-Mülazım Ahmet Efendi
2-Eşi Ayşe Hanım
3-Haflemdimin Halil Ağa
4-Zaimzade Tapucu Mehmet Efendi
5-Şirin Hüseyin Efe
6-Uzunbekir oğlu İsmail
7-Ebiro Hafız Mehmet Efendi
8-Yiğit Murat
9-Bayramların İbrahim (KOÇ)
10-Bayramların Fatma (KOÇ)
11-Bayramların Ramazan (KOÇ)
12-Karacaların İbrahim
13-Kadıların Keziban
14-Keziban Oğlu Mustafa
15-Keziban Oğlu Şerif
16-Sinanların İsmail
17-Umarların İsmail
18-Ali-Ayşe Kızı Hatice
19-Kendim İbrahim
20-Develo Ömer
21-Kocakafa Ali
22-Dolavcıların Alme
23-Dolavcıların İsmail
24-Dolavcıların İsmail'in Eşi
25-Dolavcıların İsmail'in Damadı
26-Hatıpların Hüseyin Efendi
27-Ayanların Deli Osman annesi Hatice
28-Mazo
29-Özekmekçilerin Hafız Mehmet
Sonuç
Bazı kesimlerin Emet olayının “Milli Mücadele”ye zararı olduğunu
söylemeleri bir talihsizliktir. Tam tersine Emet’in bu kahramanlık destanı
Yunanlılar’ın savunma hattını zayıflatmış ve dört alay Yunanlı’yı üzerine
çekerek Kuva-yı Milliye’nin birçok yerde rahatlamasını ve ilerlemesini
sağlamıştır. Ayrıca bazı çevrelerce de Emet’in bu konuda aceleci davrandığı
iddia edilmektedir. Oysa 7. tümenden gelen Yüzbaşı Reşit’in (Ahmet Ragıp)
“Büyük Taarruz”un nisan ve mayıs aylarında yapılacağını söylemesine rağmen bu
taarruz hazırlıkların yetiştirilememesi sebebiyle birkaç sefer ertelenmiştir.
Dr. Fazıl Bey’in dediği gibi “Yunanlılar Sakarya’ya kadar ilerlediği zaman geri kasaba ve bucakları da
birer küçük birlikle işgal etmişlerdi. Bu arada Emet’e bir bölük gönderip
Hükümet Konağı’na yerleştiler. Lakin Türk milletinin içinde yüzyıllar boyu
yerleşmiş olan özgürlük duygusunu taşıyan bütün Emet köylüleri bir akşam
birleşerek Hükümet Konağı’nı çevirip Yunanlılar’a teslim olmalarını emrettiler.
300 - 400 kilometre gerilere ve ilerilere kadar işgal altında, çevrilmiş bir
durumda bulunan Emetliler’in gösterdikleri bu korkusuzluk ve yiğitlik akıllara
durgunluk verir. Yunanlılar teslim olmayınca kaçan bir tanesi dışında bütün
Yunan erlerini yok ettiler ve silahlı olarak sonucu beklemeğe koyuldular.
Kaçan Yunan eri Kütahya’ya gidip durumu anlatınca,
Yunanlılar Kütahya’dan hemen bir alayı Tavşanlı yolundan Emet’e sürdüler. Bu
alay Emet’ten iki saatlik yolda Cevizli dereye gelince Emetliler’in kurduğu pusuya
düştü. Kadın erkek ve çocuklarda dâhil bütün Emet köylüleri ateşli bir intikam
duygusu ile tam baskın yaparak bu alayı da yok ettiler.
İçlerinden kaçmayı başaran bir iki kişi Kütahya’daki Yunan
Kumandanlığı’na durumu bildirince bu sefer Yunanlılar cepheden büyük bir kuvvet
ayırarak Emet’e yolladılar. Bu kuvvetin karşısında köylüler dağlara çekildi.
Yunanlılar da Emet ve yöresindeki köyleri tamamen yaktılar. Fakat dağlarda
kovuklarda gizlenen bu mücahitler yine boş durmadılar ve perakende dolaşan Yunanlılar’ı
tek tek kapanlarına düşürdüler. Sonunda Emetliler’le başa çıkamayacağını
anlayan Yunanlılar buradan bütün kuvvetlerini çekti ve Türk milletinin bu
kutsal mabedinde tek bir Yunan eri kalmadı. Bütün ev ve barklarının yanmasına
aldırmadan “ Toprağımızda tek bir Yunanlı bırakmadık. “ diye candan sevinen
Emetliler’in bu büyük kahramanlığını işgal altındaki başka yerler de
gösterseydi düşmanın birçok kaleleri alarak Anadolu içlerine girmesi bir hayal
olurdu.”
İbrahim Ethem Bey’in “Demirci Akıncıları” kitabında Emet’teki Yunan mezalimi
hakkında “Avrupalılar’ın ve Yunan gazetelerinin medeni ve
insani olduklarını iddia ettikleri Yunanlılar’ın bu fecayi ve mezalimini
görsünler de utansınlar.” demesi ibrete şayandır
Emet Hükümet Konağı baskını ve Cevizderesi Savaşı “Milli Mücadele”den ayrı bir
olay değil bilakis Yzb. Reşit (Ahmet Ragıp) ve Tğm. Şakir’in sevk ve idaresinde
gerçekleştirilmiş örnek bir Milli Mücadele olayıdır.